Etiketler

, , , ,

Yüz binlerce yıl doğanın kucağında evrimleşerek yolumuza devam ettik ancak bugün modern dünyanın baskısı altında “gerçek doğamızdan” uzaklaşıyor, kendimizi çoğu zaman kafese kapatılmış bir kaplan gibi hissediyoruz. “İnsanat Bahçesinde“* günlerimizi geçiriyoruz.

Yeşil alanların azaldığı, ekonomik sistemlerin nüfusun çoğunluğuna sağlıklı evler üretemediği, bütünselliğin kaybedildiği, çevre – insan etkileşiminin unutulduğu beton ormanlarında nefes alıyoruz. Küçük ölçekte yaşadığımız binalar, geniş perspektiften baktığımızda şehirler sadece bedenimizi değil psikolojimizi de tüketiyor. Kişiliklerimiz zayıflıyor, umutlarımız tükeniyor, yaşam enerjimiz düşüyor, yaratıcılığımız törpüleniyor. Sürekli çevreden aldığımız tehlike sinyalleriyle stres bağımlısı oluyoruz. Bireysel bazda bozulan psikolojimizle birer potansiyel suçlu haline gelebiliyoruz.

Madalyonun bir yüzü mimarinin ruh sağlığımızda yıkıcı etkilerine işaret ediyor. İyi haber ise madalyonun öteki yüzünde… İnsancıl bir mimari anlayışı ile tasarlanan evlerde daha mutlu, stresten uzak bir şekilde yaşayabiliriz. Buradaki en önemli nokta insancıl ve çevreci mimari anlayışını idealize ederken diğer yandan da getirilerini uzun vadede ve geniş bir vizyonla değerlendirebilmek.

Çevre ve mimarinin insan psikolojisi üzerindeki etkilerinden hareketle toplumsal barış, uyumlu ilişkiler, yaratıcılığın yükselişi ile gelen iş yerinde performans artışları, sağlık masraflarının azalması, suç oranlarındaki düşüş gibi ekonomiyi yakından ilgilendiren sonuçlar elde edilebilir. Bu açıdan bakıldığında çevreden yapıcı bir şekilde faydalanıp, bir takım regülasyonlara gidilerek zenginleşme şansı da yakalanabilir.

İç İçe Geçmiş Yaşamlar…

İnsanın çevre ile etkileşimi oldukça zengin bir araştırma konusu. Evrende, bizim dışımızda yer alan en ufak detayın bile bizde yaratabileceği etkiyi gözden kaçırmak ne kadar hatalı ise bizim de çevremize yaptığımız etkiyi küçümsemek o kadar yanlış olur. Yaşam ışığımızın sadece mikroskopla görülebilen tek bir kanser hücresiyle sönebileceğini gördüğümüzde büyük, küçük demeden tüm faktörleri ele alarak hareket etmek en mantıklısı. Sayısız araştırma, çevrenin insan üzerindeki derin etkisini ortaya koyuyor. Çevreyi üç boyutta inceliyoruz. Orman ve deniz gibi doğal çevremiz, mimari yapıları ve yapay parkları içeren doğal olmayan çevremiz, son olarak da sosyal çevremiz…

Yeşil Olmadan Asla…

Sesiyle, kokusuyla, rengiyle ilham veren, bize doğanın parçası olduğumuzu hatırlatan, gerçek anlamda yaşadığımızı hissettiren doğal çevrenin insan psikolojisine etkilerini bilmeyen neredeyse yok gibi. Akademisyenlerin çalışmaları şehirlerde ve evlerde yeşil alanlara yer vermenin güvenlik duygusunu artırdığını, stresi azalttığını, bilişsel fonksiyonları geliştirdiğini ve üretkenliği canlandırdığını gösteriyor. Olumsuz duygulara karşı panzehir etkisi, strese karşı en etkili silah olan doğanın gücü performansımız üzerinde de kendini gösteriyor. Yeşilin ve mavinin dinginleştiren etkisiyle dikkatimizi toplama yetimiz artıyor, daha etkin bir şekilde hedef koyuyor ve hedeflerimize odaklanabiliyoruz. Bir anlamda düşünsel kabiliyetlerimiz keskinleşiyor. Kuo tarafından yapılan bir araştırmaya göre doğal alanlara yakın binalarda oturanlar oturmayanlara göre yaşamlarındaki büyük olaylarla daha kolay başa çıkabiliyorlar. R. Kaplan’ın yaptığı bir başka araştırma ise evden izlenebilen doğal manzaranın sakinlerine huzur verdiği ve barışçıl duygular yaşattığını ortaya koymuş.


Peki doğanın bizi teskin eden bu sessiz hakimiyeti nereden geliyor? Bu soruya çeşitli yanıtlar verilebilir. Bu yanıtlardan bir tanesi belki de doğanın sınırsız zekası. Bir deniz minaresine baktığınızda genelde gördüğünüz şekil spiraldir. Helis, sarmaşık bitkisinin ağaca tırmanırken çizdiği eğridir. Bu eğri bir yüksekliği en kısa mesafede tırmanma problemini çözer. Bir sarmaşık bile en yalın şekilde en en akıllı çözümü yaratabiliyorsa binaların ve şehirlerin planlanmasında doğayı rehber almak eşzamanlı olarak işlevsellikle duygusal dengeyi bizlere sunabilir.

Terapi Etkisi Yapan Tasarımlar

Bugün dünya nüfusunun yaklaşık yarısı büyük şehirlerde yaşıyor. 2050 yılında bu oranın yüzde 75’lere ulaşması bekleniyor. Bu beton ormanlarında genelde deniz, doğal park, göl ve yeşil alanlar ancak rüyalarımızda yer bulabiliyor. Bu sebeple doğal olmayan çevre, günlük yaşamlarımızda daha fazla etkin rol oynuyor. Yapay parklar, köprüler, okullar, hastaneler, alışveriş merkezleri, iş merkezleri, spor tesisleri ve de en önemlisi evlerimiz… Tüm bu mimari yapılar tasarımlarıyla yaşam kalitemizi belirliyorlar.

Psikiyatri Kliniğinden Örnek

Binaların insan psikolojisinde yarattığı dramatik etkileri en iyi tespit etmek adına psikiyatri kliniklerinde incelemelerde bulunulmuş. Bir takım tasarım çalışmaları yapılmış ve düzenlemelerin hastaların tedavi süreçlerine etkileri ölçülmüş. Sonuçlar çevre tasarımı ile tedavi kalitesi arasında birebir bağ olduğunu göstermiş.

Küçük ölçekte binalar, geniş perspektifte şehirler psikolojimizi bozuyor. Kişiliklerimiz zayıflıyor, umutlarımız tükeniyor, yaşam enerjimiz düşüyor, yaratıcılığımız törpüleniyor. Sürekli çevreden aldığımız tehlike sinyalleriyle stres bağımlısı oluyoruz. Bireysel bazda bozulan psikolojimizle birer potansiyel suçlu haline gelebiliyoruz.

– Mahremiyet: İnsan doğası mahremiyete önem verir ancak sosyallikten de vazgeçemez. Dolayısıyla bu ikisi arasında yaratılan denge kişiden kişiye farklılık gösterse de arayış özünde aynıdır. Kalabalık yerlerde kendimizi stres altında hissedebiliriz çünkü çevremizde tanımadığımız insanlarla çevriliyizdir. Bu insanlardan bazıları bizim için tehlikeli olabilirler. Bu eğilim psikiyatri kliniiğinde yapılan çalışmada da gözlemlenmiş. Fazla sayıda hasta içeren odada yatan hastaların stres seviyelerinde artışlar saptanmış. Özel alandan yoksunluk hastaların tedavilerini olumsuz etkilemiş.

 Pencere ve Manzara Etkisi: Hastane yatağından izlenebilen manzaranın hasta sağlığına etkisi oldukça yüksek düzeylerde ölçülmüş. Penceresiz odaların özellikle kritik hastalarda olumsuz etki yarattığı görülmüş. Duvar manzarası ile doğa manzarası arasındaki etki farkı ise iyileşme sürelerinde tespit edilmiş. Odasının penceresi doğal alanlara bakan depresyon hastaları çok daha kısa sürede hastaneden çıkmışlar.

– Ses seviyesi ve Akustik: Yüksek ses ve gürültünün stres seviyelerini yükselttiği bilimsel çalışmalarla ortaya konmuş. Gürültü ve ses kontrolü sağlanarak hastane çalışanlarının stres seviyesi düşürülmüş ve hastaların kaygı düzeylerinde iyileşmeler saptanmış.

 Gün Işığı ve Ritm: Gün ışığı günlük ritmimiz için önemli bir düzenleyici. Uyanık ve üretken olmamızı sağlıyor. Gün ışığından daha fazla faydalanmayı içeren tasarımsal düzenlemeler hastane çalışanlarına ve hastalara sağlık açısından fayda sağlamış.

Depresyon rahatsızlığı geçiren hastaların tedavi edildiği hastanelerde bahçede zaman geçirenlere bir takım sorular yöneltilmiş. bu hastaların yüzde 79’u bahçede geçirilen zamanın kendilerini rahatlattığını ve sakinleştirdiğini söylemiş. Yüzde 25’i kendilerini daha güçlü, yüzde 22’si ise hayatla başa çıkabilecek kadar iyi hissettiklerini belirtmiş. Bahçeleri özel kılan nedir diye araştırıldığında ise doğa ve bitkilerin varlığı yüzde 59, taze hava – güzel koku ve dinlendirici sesin etkisi yüzde 58 oranında çıkmış. Kişinin kendiyle ya da bir dostu ile başbaşa kalabilme imkanı sunmasını belirtenlerin oranı yüzde 50.

Ruhumuzu Yücelten Yapılar 

Binaların yalnızca belli işlevleri yerine getirmesini, bizlere mutluluk ve huzur vermesini değil, aynı zamanda belli bir dış görünüşe sahip olmasını, bu dış görünüşüyle belli bir kavramı, belli bir dünya görüşünü ya da ruh halini yansıtmasını istiyoruz.

Yaşam sadece denge ve mutluluktan da ibaret değil. Kendimizi gerçekleştirmek en önemli psikolojik ihtiyaçlarımızdan. Bu nedenle ideallerimizi, sahip olmadığımız ancak sahip olmak istediğimiz nitelikleri barındıran mimari yapılara hayran kalıyoruz. Onların içinde kendimizi yücelmiş hissediyoruz. Davranışlarımızı o ideallere yaklaşmak adına yeniden disipline ediyoruz.

John Ruskin’e göre tüm binalar analiz edebileceğimiz, değerlendirebilip yorumlayabileceğimiz, bir takım kavramları içinde barındırır. Binalar demokrasiyi ya da aristokrasiyi anlatır, açık yüreklilik ya da kibirden, dostluktan ya da saldırganlıktan söz eder, geleceğe duyulan sempatiyi ya da geçmişe duyulan özlemi dile getirir. Her tasarım belli bir ruh durumunu va ahlak anlayışını yansıtır. Bir binayı güzel bulduğumuzu söylerken onu yalnızca estetik bulduğumuzu değil, çatısıyla, kapı kollarıyla, pencereleriyle yaşam biçimini benimsediğimizi anlatmak isteriz.**

Berlin DZ Bank – 1992’de Sevilla’da yapılan Dünya Fuarı’nın ulusal pavyonların kendi ülkeleriyle ilgili idealist bir yaklaşımı örtük biçimde yansıtır. Berlin’deki DZ Bank’ın Brandenburg Gate yakınındaki şubesinde çalışanlara parlak bir ideal sunulmuştu. Bu insanlar sıkıcı, rutin işlerle uğraşıyorlardı ama kafeteryadan kahve almaya ya da toplantıya giderken binanın ortasında kocaman avluya yerleştirilmiş, tuhaf ama son derece zarif bir konferasns odası görüyorlardı. Bu yapı yuvarlak hatları ve kıvrımlarıyla ciddi patronların özlemini duyduğu yaratıcılık ve neşe gibi kavramları çağrıştırıyordu.

Yazan: Özlem Duygu Çil

Kaynaklar:

Contact With Nature, Sense of Humor, and Psychological Well-Being Thomas R. Herzog and Sarah J. Strevey

Commission for Architecture and the Built Environment (CABE)
Sustainable places for health and well-being report

Matematiğin Aydınlık Dünyası Sinan Sertöz

*İnsanat Bahçesi Desmond Morris

**Mutluluğun Mimarisi Alain De Botton